Etiketler

Sayfalar

23 Ağustos 2010 Pazartesi

boş zamanlarım


egon schiele sen ne güzel adamsın, ne acayip ressamsın. boş zamanlarımda senin resimlerini canlandırıyorum uzun uzun. "bakışlarıma ürkeklik serpip, biraz cesaret tütsülüyorum." oluyorum senin kadının. egon schiele, demiryolları çocuğu, danubeli "şanslı" velet, modellerini titizlikle seçtiğini biliyorum, geliyorum. benim şu anki yaşımda ölmüş olmanı anlıyorum.

talihsizlik, sıkıntı, elem, intihar


“Başka yerlerde de sürer hayat. Hayat her yerde sürer. Nereye gidersem gideyim dram var sanki. Bitten farkı yok insanların – teninin altına girip gömüyorlar kendilerini. Kanatıncaya kadar kaşınırsın, ama asla kesin kurtuluş yok bu bitlerden. Nereye gitsen hayatlarını berbat ediyor insanlar. Herkesin kendine ait bir trajedisi var. Kanımıza işlemiş – talihsizlik, sıkıntı, elem, intihar. Felaketlerle, asabiyetle, anlamsızlıkla dolup taşıyor atmosfer. Kaşın kaşınabildiğin kadar – derin soyuluncaya dek. Fakat benim üzerimdeki etkisi coşturucu… Daha çok felaket istiyorum, daha büyük afetler, daha büyük başarısızlıklar. Dünyanın yerinden oynamasını istiyorum, herkesin kaşına kaşına ölmesini.” (Yengeç Dönencesi – Henry Miller. Çeviri: Avi Pardo)

bu da kim?


Soru: Romanınız günün birinde karısının yerine tıpatıp benzeyen başka birinin geçtiğini fark eden psikiyatr Leo Lieberstein hakkında. Psikiyatri geçmişinizin burada etkili olduğunu varsayıyorum. Sizce Leo’nun teşhisi ne olurdu? Semptomları tam olarak neler?
Rivka Galchen: Çoğu kişi Leo’ya Capgras Sendromu teşhisi koyardı, eminim. Bu rahatsızlıkta hasta çeşitli nedenlerden dolayı en yakınlarının yerlerine onlara tıpatıp benzeyen yabancıların geçtiğine inanıyor. Çok yaygın değil, ancak yine de başa gelen bir şey. FBI’ın oğlunu çalıp tıpatıp bir benzeriyle değiştirdiğini ve bu benzeri de sevmeye başladığı için ondan da vazgeçmeyeceğini iddia eden bir Capgras vakası duydum mesela. İngiltere’de de bir adam geçirdikleri araba kazasından sonra karısının kazada öldüğüne, evinde yaşayanın ise bir yabancı olduğuna inanmaya başlamış. Mahkeme bu inançtan dolayı adama tazminat da ödemiş. Pek çok ilginç vaka var; hem tanıma hem tanımamaya dair bu durumu gözlemlediğimiz.
Leo’nun durumunda ise beni ilgilendiren yan bunun duygusal yansımalarının hepimizin hayatlarında var olması. Hayatım boyunca ardımdan açık unuttuğum ışıkları söndürmüş, yemeklerimi hazırlamış ve her işimi görmüş olan annem ben 25 yaşındayken bir gün ona bir bardak çay getirmemi söyledi bana. ‘Kim bu kadın?’ diye düşündüğümü hatırlıyorum. Özellikle yakınlarımıza atfettiğimiz kimi şeylerin yanlışlığına ve bu kişilerin anbean değişme ihtimallerinin de olduğuna inanıyorum. Alışkanlıklarımız en yakın olduğumuz kişilere karşı bizleri körleştirir, günlük rutinlerin içinde dönüşümlerini anlamak güçleşir iyice. Sonra, birden bire, küçük bir şeyin ardından – ‘Bu da kim?’ derken buluruz kendimizi.
(www.babygotbooks.com'dan alan sireninsesi.blogspot'tan alınmıştır.)

22 Ağustos 2010 Pazar

soğuk ama yakıyo, ılık ama üşütüyo


kış güneşi, kış elması, bere, boğaz ağrısı, ıhlamur, güneş, soğuk, ter, fotoğraf, sahilde, ilkbahar ikindisi, eylül yağmuru, yağmur sonrası çay sigara, çimen kokusu, ateş, ilaç, çorba, ceket, bot, kışın yavaş yavaş gelmesi, burun akması, çantada peçeteler, sigara, eldiven, dergi, otobüs, yürüyüş boğazda, şarap kadıköyde, müzik salacakta, radyo, vapur, çatal, çay, simit, çekirdek, bilet, konser, mesaj, hay allah, baktı mı, bakmadı mı, aramadı, olsun. kış geliyo. içime bişeyler oluyo.

balıklar ve çiçekler


Çocuktun, kırılgandın
Artık korku yok nemli gözlerinde
Yüzlerce binlercesi var
Omzuna oturmuş, ordan sana bakar
Çektin gittin baharın peşine
Güzelim renkler yüzünde
Artık dönüp bakmazsın
Güneşin solduğu evlere

Çıplak dursam, tanrıya sorsam
Niye ölür insan bile bile?
Ardımda yıllar sinsice kalbime sorar
Niye bu suçluluk niye?

Yolculuğun sonunda
Bembeyaz sevgini ört uykuma

Dün sabah seni gördüm
Aklın takılmış yine balıklara
Tertemiz, işsiz kalbin
Arabadan kaçıyor vahşi sokaklarda

13 Ağustos 2010 Cuma

un jour comme les autres


bu börekçiyi; yağ, su, un, bir çimdik tuz ve biraz da soğanla kavrulmuş patatesi bir avuntuya dönüştürebilen bu börekçiyi, börekleri bir 'kızcağız' kestiği için seviyorum. el kadar kız, tezgahın başına geçmiş, buyrun diyor, su böreğinden bir parça alıyor, tezgahta kalan yağlı hamur kırıntılarını, kararıp büzüşmüş kıyma parçalarını, koyulaşıp küçülmüş maydanoz yapraklarını büyük bir maharetle topluyor. börekçi kız, ince parmaklı elleriyle bana, sabahları, peynirli, patatesli avuntular kesiyor. "bir çay daha alabilir miyim?" diyorum, bir sigara daha yakıyorum.

12 Ağustos 2010 Perşembe

kaçırdın


ilkokul bir. mehmet melih günaydın'ın elinde bir poşet dolusu bunlardan. bunların adı ne? babası sınıftaki herkese yapmış bunlardan. bunların adı ne? içinde ibrahim tatlıses, sezen aksu falan yazıyo bunların. onlardan biri çıkınca noluyo? ben önceki gün hasta olduğum için okula gitmemişim. dolayısıyla sipariş verememişim. kaçırmışım, birinin, mesela mehmetin kuzeni kırmızı yanaklı ahmet'in, yanına gidip 'söyle bakalım kaç?' diye sorup, 'bülent ersoy' diyerek gülümseme ihtimalini.

8 Ağustos 2010 Pazar

o koku


herhalde aldıkları en "manasız" okur mektubu bu olacak. Bir kozmetik firmasına 1995 yılında ürettikleri ve sonra bir daha piyasada bulamadığım parfümlerini yeniden üretip üretemeyeceklerini sordum. "o günleri yaşamak istiyorum tekrar" dedim. "nolur" dedim. "teşekkürler" diye bitirdim. cevap yok.

7 Ağustos 2010 Cumartesi

iz


fotoğraf: elif türkölmez / bitez

sağ topuğumdaki, sol kulağımdaki beni gören, dudağımın altında habire ısırdığım için sertleşen bölgeyi öperken hisseden, sağ ayağımın ve sağ elimin üzerindeki izleri farkeden, uyurken gözlerimi yarı aralık tuttuğumu bilen olmuş mudur acaba?
peki ben, nasıl izler kaçırdım, hangi benleri görmedim, hangi gıcırdayan dişleri, hangi uyurken kırpışan gözleri...

2 Ağustos 2010 Pazartesi

+1


"+1'iniz gelecek mi?" diye sordu konser öncesi kapıda basını karşılayan kadın. durdum, bir saniye içinde en iyi ihtimalle gelecek elli yılı falan geçirdim gözümün önünden. 'hayır gelmeyecek' dedim.