Etiketler

Sayfalar

19 Mart 2010 Cuma

hep yazmak isteyenlerin hikâyeleri

Öldüğünde, kendini duvarları çepeçevre kitapla dolu karanlık, kuytu, sıcak ama çok da sıcak olmayan bir apartman dairesinde buldu. Arkasından bir kapının hafif bir çıt sesi çıkararak kapandığını duydu. Korkmadı. Dönüp baktı hatta. Öyle büyük bir hafifleme olmuştu hayatın bitmesi.

...

Gözleriyle masa aradı. Bir masa olmalıydı.

...

Artık yazacaktı. Oturacak yazacaktı. İçi bu düşünceden duyduğu sevinçle doldu. Ölmüş olması fark etmiyordu. Hatta belki-öbür dünya hakkında ne biliyoruz?- ölmüş olması iyi bir şeydi.


İstiklal Kitabevi'ne girip 'Fatih Özgüven'in son kitabı geldi mi?' diye sordum. 'İlerdeki arkadaşa sorun' dedi orta yaşlı bir adam. Orta bölümdeki kasaya sordum aynı soruyu. 'Biraz ilerdeki arkadaşa sorun' dedi. En sonunda göz göze geldiğimiz kitap danışmadaki adama 'Fatih Özgüven'in son kitabından bir tane alabilir miyim?' dedim. Sonra, 'Bir tane alabilir miyim?' sorusu tuhaf geldi. Sanki kitap için bir tane denmezmiş gibi... Dense dense 'Fatih Özgüven'in son kitabını alabilir miyim?' denirmiş gibi.


Kağıt bir pakete koyup verdiler. Poğaça simit koyulur buna diye düşündüm. '9 lira di mi?' dedim. Adam arkasına baktı, 'Yok sekiz buçuk' dedi. İyi dedim, sevindim. Adam sevinmedi.

Neyse. Kitap güzel. Fatih Özgüven'in bir film gösterisi öncesi beş tane poğaçayı, kendini boğacakmış gibi yemesi geliyor aklıma. 'Poğaça yemiyor, galiba intihar ediyor, yardım edeyim' diye düşünmüştüm. Kendini boğmasına değil tabii.

Bu yukarıda alıntıladığım son hikâye. Adı da 'Son Hikâye'.

Asıl söylemek istediğim şuydu, unuttum. Yazmak için hep bir şey bekliyorum. Böyle bir oda mesela. Olsa fena olmaz ama olsa da yazmam herhalde. Çünkü ben sadece baskı günü elimdeki yazıyı bitiriyorum. Yani bir nevi mecburiyetten. Daha çok yazılanları okuyorum. Tembellik....Ama Fatih Özgüven'in kitabı iyi geldi. Yazacağım. Böyle bir odayı ya da ölümü beklemeden...