25 Ağustos 2011 Perşembe
donmuş çamaşırlar
kışın gündüzden balkona asılan çamaşırlar akşama donar. kazaklar kollarıyla, pantalonlar bacaklarıyla kaskatı kalır. onları içeri alıp sobanın yanında kendilerine gelmelerine, kollarını bacaklarını iliklerini kemiklerini ısıtmalarına bakarım. kışın balkona asılan çamaşırlar donar.
örgü hırka
hırka örebilmek, kurabiye pişirebilmek ya da yastık dikebilmek önemli. hırkayla üşümekten korunabilir, kurabiyeyle bir çocuğu gülümsetebilir ve yastığa da yaslanıp, mesela şu şarkıyı dinleyebilirsiniz.
hırka
domates salatasının nar ekşili, semizotu salatasının yoğurtlu suyu kendini salmış, çiçekçi'deki evin 89 kışında yaşanan kriz sonrasında nasıl da apar topar satıldığı, nedret enişte'nin ayten hala'nın ölümünden sonra nasıl da toparlanamadığı ya da belkısla levent'in düğün pastasının azıcık ekşi mi ne olduğu meselesi uzadıkça uzamıştır. cırcır böcekleri öter, buzlar erir, zambaklar kokar, sarı sarı ampuller, takside, vapurda, umumi tuvalette filan eşit aralıklarla ağır ve pis bir karanfil kokusu püskürten oda spreyleri gibi, havaya hardali bir pus püskürtürken, anneniz birden babanıza dönüp soruverir: serinledi mi sanki?
bu soru az sonra ağza bir dilim kavun atılacağının, kavunun mis kokusu sanki ertesi günkü hava durumunu malum etmiş gibi bir kesin kararlılıkla "soğudu soğudu, bak esiyo acı acı" denileceğinin ve akabinde boğuk bir "oğlum içerden hırkamı getiriver" cümlesinin duyulacağının garantisidir.
"nerde ki sizin hırkalarınız?" diye sorulur.
"e, yatakodasının kapısının arkasında" cevabı alınır.
yatakodasından anneninki anne, babanınki baba kokulu, ya da tıpkı sahipleri gibi anneninki biraz baba, babanınki biraz anne kokulu hırkaları alınır. terasta oturan ve hâlâ leventlerin pastasının kremasını konuşan anneyle babaya hırkaları uzatılır.
teşekkürler gülümseyerek kabul edilir.
etraf sanki şeftalili pastanın ekşimiş kreması kokar.
"yarın ne pişireyim sadicim?" diye soran anneye "barbunya" diye cevap verilir.
"yanına da şehriyeli pilav yaparız he Mümtaz?" diye soran anneye, ince dudaklı, ütülü gömlekli ve göbekli babadan "olur" cevabı çıkar. "olur", ağızdan ne güzel çıkar.
müsaade istenir, içeri geçilir. "tabii oğlum tabii"ler, "müsaade senin"ler, "sadicim çarşafını değiştirdim annecim, yalnız yastık kılıfını değiştirme dedin diye ellemedim"ler arasından ömrünüzün ilk 25 yılını geçirdiğiniz odanızın beyaz yağlı boyayla boyanmış, buzlu camlı kapısının önünde durulur. içersi terastan yansıyan ışıkla turuncudur, toz kokar. yatağa oturulur. gözler gözyaşlarının baskısıyla ağrır, nefes rakı kokar. ayağa kalkılır, pencere açılır, anneyle babanın mırıltıları ve yastığın gençlik kokusu içinde uykuya dalınır. bütün gece, annenizin 'üstünü açmış mı acaba?' konulu gece ziyaretlerinden ilkinde bıraktığı, artık pamuklanmış, liseden kalma okul üniformasının lacivert hırkasının kolu koklanarak uyunur. rüyada, lisede aşık olunan ayşe görülür. belki de ayşe 'görünür'.
birine benzettim
estetik açıdan, insan tiplerinin sayısı öyle kısıtlıdır ki, nerede olursak olalım, hep tanıdığımız insanları görme zevkini yaşarız.
marcel proust.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)



