
fotoğraf: elif türkölmez / moda
barış bıçakçı'nın veciz sözler'inde geçer. Mealen aktarayım: Eğer Allah varsa kullarının kulağına her an, 'sen önemlisin' diye fısıldasın. Durumları çok zor. İnsanlar birbirlerine iyi davranmıyor.
İşte o hesap, insan hep bekliyor ki, eşi dostu arkadaşı arada gönlünü okşasın, "bugün ne güzelsin" desin, "Bak onu iyi yazdın" desin. "Senin" desin, "Taaa on yıl önce bende kaldığında bıraktığın tişörtünü saklıyorum. Arada giyiyorum da, ha" desin. Desin oğlu desin. Gülelim.
Berbat bir işte çalışıyorum. Her gün en az dört saatim yollarda geçiyor. Ümraniye'deki evimden İkitelli'deki işime gitmek epey zor oluyor. Daha düne kadar maaşım 800 liraydı. Çoğu kahve ve sigaraya gidiyordu. Bu, yani kahve ve sigara, benim için bir tür hayata katlanma yolu da oldu zaten. Yazmaya karşı çok özel bir tutkum yok ama okumayı severim. Ha, ondan da çabucak sıkılabilirim. O ayrı. Kitaplara mal gözüyle bakmam. Okuduğum yerde bırakırım, biriktirmem. Çizerim, karalarım, özen mözen göstermem. Aslında genel olarak hiç bir şeye özen göstermem. Bir tek ailem belki. kardeşim. anılarımız. yazın balkonu yıkadığımızda, eğim yüzünden biriken suya ayağımızı sokuşumuz mesela. bir tek bu tür anılar.
iş yerindeki pek çok insanı sevmem. yani sevmemek için özel olarak uğraşmam ama sevmek için de uğraşmam. yemeğe inmek için illa birini beklemem. sigara için de. zaten kimseyle iyi arkadaş olabilecekmişiz gibi hissetmem. hayatımda hiç bir zaman eğer konuyla ilgili değilse işimden bahsetmem. zavallıca gelir bana. bu işi uzun süre yapacak kadar kendimi bu işe uygun da hissetmem. ne bir şeye ilgi duyuyorum, ne yazmaya hevesim var ne de bunlara ilgisi olan insanlarla ilişki kurmaya. Ha, herkes gibi benim de kahve, hijyenik ped, tütün, defter gibi şeyler satın almak için biraz paraya ihtiyacım var ama bunu başka yollarla da çözebilirim.
Bunları şu yüzden yazıyorum açıkça anlatayım: gazetedeki bir yazım yanlış anlaşılmış. pek çok insandan aynı şeyi duydum. o zaman dedim tamam. teknik olarak bir yazı yazma sorunum var. yazamıyorum. bununla ilgili bir becerim yok. ama, yoksulları aşağıladığım filan söylenince orada bir durun demek istedim.
yoksul bizzat benim. başka da söylemek istediğim bir şey yok.
bana örnek gösterdiğiniz yazarlar, benim 'çalışma arkadaşlarım' oluyor ve inanın bana sandığınız kadar masum değiller. Eski yazılarını tekrar bastırıp mesela benim 20 katım para kazanıyorlar. gözüm yok. herkesin rızkı kendine. ama hakikat görünmeyince bazen öfkeleniyor insan.
ben bu işte yeniyim. eskimeyeceğime, eskimeden gideceğime de eminim ama hakikat bazen anlaşılmıyor ya, üzülüyorum. ne yıldırım türker gibi bilmem kaç yüz liralık ayakkabılardan alıp ofiste millete gösterecek kadar para alıyorum o gazeteden. ne sırrı süreyya gibi, insanlara çikolata dağıtırken stajyerleri atlıyorum. ne pınar öğünç gibi genç meslektaşlara iş yıkıyorum, "o haberi ben yapacaktım, sen mahvetmişsin" diye hırs yapıyorum, ne cem erciyes ya da ali topuz gibi patron tarafından elime blackberry tutuşturuluyor. ne bener onar gibi okuduğum liseyle ve oturduğum semtle gurur duyuyorum... ha, bu insanlar kötü mü? değil. kötü ne demek ki zaten?
diyeceğim, hayatta hiç bir şeye ilgi duymuyorum. kırılgan ve içe kapanık bir yapım var. çok üzülüyorum. genelde. her şeye. daha söylerdim de çirkin ve çiğ duruyor. biliyorum. istiyorum ki herkes gözüyle gönlüyle ne olup bittiğini görsün ama olmuyor. hakikat hep bir sisin ardında...
neyse olanla olunmaz. hadi allah iyiliğinizi versin.
bu şarkı da benden size gelsin.
olanla olunmaz