
elektrikler kesilince bilgisayar filan böyle çat diye gidiveriyor ya gözümüzün önünde, bir de mesela soğutucusunun sesi böyle 'viiiiiiğn' diye azalıp susuyor. İşte öyle oluyordu. Bununla ilgili hatırladığım ilk şey, beş yaşımdayken filan, erdek'te, o şeftali bahçesinin içindeki pansiyonun penceresinden bakarken bakarken yataktan düşüp şap diye taşa yapışmamdır. annem uyanınca yarıya inmiş bir sarelle kavanozuyla beni koyun koyuna taşta uyurken bulmuş. sonra bu sık sık tekrarlanmış. ben durup dururken küt diye yere düşüveriyormuşum. soğan koklatmalar, burnuma kolonyaya bandırılmış mendiller dayamalar, tokat atmalar filan... ben mütemadiyen bayılıyorum, düşüyorum, kalıyorum. idrar testi için anasağlığın soğuk tuvaletinde annemle öööylece beklediğimizi hatırlıyorum. çişim bir türlü gelmiyor. test yapılmıyor. doktor da, 'eeeh' deyip, sinirseldir' teşhisini dayıyor. annem, 'beş yaşındaki çocukta ne siniri?' dese de, kısmetle kolkola girip eve dönüyoruz tıpış tıpış. ben işte, o günden beri 'sinirli' bir insanım. doktor öyle demiş çünkü. bütün o bayılıp kalmalar, otobüste tansiyon düşmeleri, sokakta kan şekeri seviyesi azalmaları hep sinirdenmiş. sabah kahvaltısında ekmeğine reçel sürenlere gıcık olmalarım (çünkü ben aç karna şeker yiyemiyorum), ben saat başı acıkırken, rengim sararıp morarırken, beş saat yemese taş gibi duranlara sinir olmalarım, aniden gelen krizler, soğuk soğuk terlemeler, ellerde titreme, gözlerde kararmalar hep sinirdenmiş.
değilmiş.
bende hipoglisemi varmış. bende böyle bir şey, adı olan bir şey, olmasına sevindim. çünkü, "simit alalım mı şurdan?" derken, "sen de hep burdan geçerken simit alıyorsun" diyenlere, "kilo aldın, noluyo?" çekenlere, "daha yeni yemek yedik. gerçekten o elmayı yiyecek misin?" yapanlara, çantamdaki kuru kayısılara, fındıklara inanamayanlara, beni, içimi, midemi, kanımı, damarımı, karaciğerimi, kol kaslarımı, memelerimi, kıçımı, kalbimi anlamayanlara artık söyleyebileceğim bir cümle mevcut. "bende hipoglisemi var."
uçakta vejetaryen yemek yok diyen hostesler, neden düğmeme basılmış gibi gözyaşlarımın aktığını anlıyor musunuz? kahvenin yanında elmalı turta da olsun dediğimde, "hiç ihtiyacın yok" diyen arkadaşlarım siz de anlayın beni. bir çeşit korkudan çok yemelerimi, ya acıkırsam, ya düşersem, ya rengim bembeyaz olursa, ya kusarsam, diye düşünmelerimi, hesap kitap yapmalarımı...
tıbba, ilk defa, inanıyorum. o yaşadıklarımın bir sebebi varmış. o terslenmelerin, kalp kırıklıklarının bile. hepsinin sebebi bir parça domatesle, zeytinmiş. ben, raporlu hipoglisemili, ben mutlu. sakin. bir simit alabilir miyim? yanık olsun.