Etiketler

Sayfalar

13 Nisan 2010 Salı

yalnızlık



Ey tatlı yalnızlık! Seni sevenlerin başını döndüren o güzellik şarabından ben de içtim. Can sıkıntısına kapılmadan yalnız başlarına tek bir gün bile geçiremeyenlere, kendi kendisiyle konuşmaktansa, gerektiğinde aptallarla konuşmayı yeğleyenlere ne yazık!

de maistre

Para insanın bokudur!


“İnsan parasını niye saklar?” diye soruyorum. “Kedi bokunu niye saklarsa…” diyor. “Para insanın boku mudur?” diyorum. “Minibüste durmadan anasına soru soran veletlere benzedin, ne bileyim!” diyor. Karşısında yetişkin bir, ‘minibüste anasına mütemadiyen soru soran çocuğa’ döndüğüm google anama soruyorum, google anam ağza tokat yapıştıran, sorum bilinmeyen cinsten çıkıyor.
İnsanın para saklama biçimi, yani parayı saklarkenki ‘yer yapma’ üslubu benim hep ilgimi çekmiştir. Bildik ve kanıksanmış saklama ya da taşıma yerleri, yani cüzdanlar, cepler, çekmeceler, kumbaralar ‘benim param’ı ‘sen’den ne kadar uzak tutarsa, üzerinde düşünülmüş saklama yerleri bu mesafeyi daha da artırır sanki. Cüzdanımdaki para(m), x kadar senin değilse, odamda senin bilmediğin bir oyukta sakladığım para(m), 3x kadar değildir, gibi.
‘Neden saklar?’a doğru dürüst cevap bulamasam da, ‘nasıl saklar?’a buldum. Hem hafızamın çocukluk çekmecelerini karıştırdım, hem eşin dostun kafasını. Parasını banka hesabında ya da kasada saklayacak arkadaşlar edin(e)mediğimden, tanıdıklarım birbirinden ilginç şekillerde kumbaralarla çıktılar karşıma. Benim metal çay kutusundan bozma kumbaram da pek yaratıcı değildi ama bazısının, parayı cam kavanozda sakladığını/biriktirdiğini görünce ‘benim arkadaşlardan iş çıkmayacağını’ anladım. Zaten kumbarada para saklamak, bir yanıyla da ‘romantik’ bir durumdu. Hani şu modernistlerin karşısına dikildiklerinde Japon çizgi filmlerindeki ‘yağacak bir bulut gibi dolu’ bakan koca gözlü çocuklar kadar naif duran Alman Romantikleri gibi romantik.
Bir diğer ‘romantik’ para saklama hatırası da çocukluktan aklıma yer etmişti. Ben çocukken annem Gülizar teyzeden borç alırdı, tüpçüye, kasaba, bakkala yetişemediği zamanlarda. Gülizar teyze, “Aman canım lafı mı olur” der gibi, anında sutyeninden, çorabından çıkarıp verirdi dürülmüş parayı. Ve borç geri ödenirken de aynı törenle koyardı yerine, “Acelesi yok, kalsaydı” larla… Kardeşimle bana da “Gülizar teyze Kaptan Mağara Adamı gibi kadın” demek ve para Gülizar teyze’nin ‘doğal cüzdanına’ sokulurken açılan kocaman ve bembeyaz memelere şipşak bir bakış atmak düşerdi.
Aslında dedim ya benim işim ne kumbaracılarla ne de Gülizar teyzeyle…Ben, ‘saklayan adam’ ve ‘saklayan kadın’ın, nasıl bir pislik olduğunu anlamaya çalıştığım için kumbaracılarla, kesecilerle, toprak testi, çömlek, hatta çuvalcılarla bile işim yok. Yerinden yurdundan edilen bir adamın bahçesine gömmek zorunda kaldığı kuyum gözümü yaşartır hatta. Derdim, sıçmığını saklar gibi para saklayan insanla, onun kafasının nasıl çalıştığıyla... Sıra dışı para saklama yerleri yapmakla kalmayıp, bunun üzerine bloglar ve kitaplar yazan adam ve kadınlarla....
Bu adamlardan biri de, ‘The Construction of Secret Hiding Places’ (Saklama Yerleri Yapmak) adlı kitabın yazarı Charles Robinson adlı Amerikalı. Adam yememiş içmemiş, parayı ya da paraya çevrilebilecek değerli eşyaları nasıl saklayacağımıza kafa patlatmış. Sözünü ettiği ‘saklamak’ porno mühimmatı ya da günlük saklamak gibi bir şey olmadığından, özel mülkiyet zaten kötüyken, bir de onu ortada bırak(a)mayan zihniyete ‘yardım ve yataklık’ etmesi koyuyor insana.
Robinson, para ve kağıt gibi ‘değerli’ eşyaları çekmecelerin alt yüzüne yapıştırmaktan, deterjan ve köpek maması kutularını kullanmaktan, ayakkabı tabanlarını kaldırıp ya da elektrik prizlerini söküp parayı oraya saklamaktan falan söz ediyor. Başka bir yerde okuduğum saklama delisi, margarini eritip bir kaba poşet içinde koyulan paranın üstüne döktüğünü ya da aynı işlemi dondurma kutusuyla yaptığını anlatıyordu. Saksılar da para saklama delilerinin gözdesiymiş. Ama en ilginç yöntemi yine google anam söyledi. Tabii bu yöntem parayı ‘sadece’ hırsızdan saklamak isteyenlere. Alıyorsun büyük bir erkek donu, önündeki gözü dikip içine koyuyorsun parayı ve sonra da veriyorsun dona boku. Çamaşır sepetinin en üstüne de bıraksan, gözünü arkada bırakmıyorsun. Hırsızlar kirli sepetinden ve çamaşır makinesinin içinden pek hoşlanmıyormuş. Bir de CD sürücüsüne ya da bilgisayar kasasına para saklayanlar varmış ama “Eve hırsız girse zaten bilgisayarı da götürmez mi arkadaşım” diye sorası geliyor insanın. Bir pisliği saklamak için bu kadar pisliği göze almak da amma ironikmiş aslında. Parayı boka bula, üstüne ermiş yağ dök, dondur, geri almak istediğinde tak bulaşık eldivenlerini falan…
Hani İstiklal’de, Ağa Camii’nin oralarda ‘duran’ bir ‘Pala Şair’ vardı. Bıyıklı, şapkalı, ceketinde yüzlerce rozeti olan bir adam... Geçen Mayıs’ta kalp krizi geçirip öldü. Pala’yı tanıyanlar evinden tomar tomar (tomar tomar ne demek yaa...) para çıktığını söyledi, “Parayla imanın kimde olduğu belli olmaz” diyenler oldu Pala’nın takıldığı kahvede. (Bu atasözü, o sıkıcı yaz gününü sıkıcılıkta zirveye taşıdı). Pala’nın parayı niye sakladığını düşündüm, bulamadım. Bulur gibi oldum, “hadi bana eyvallah” dedim. “Pala da para saklıyorsa artık…” Pala, para, pala, para, para, pala, para, paraparaparaparaparapara diye diye yürüdüm. (bir süre sonra ‘arap’a dönüşen para sözcüğü anlamsızlaştı, türk lirası benim gözümde ‘değer kaybetti’).
Artık pantolonları, gömlekleri, etekleri, paltoları cepsiz yapsalar da hepimiz günlük işler için lazım olacak kadar parayı oraya buraya sıkıştırıp halletsek, önemsemesek, saymasak, bilmesek… ve açıklaması ‘beş kuruş yok!’ olan, pantolon ceplerini dışarı çıkıp uçlarından tutarak gösterme hareketi de tarihe karışsa…Kimse “valla bende de yok” demek zorunda kalmasa….
Bir internet sitesi var, Türkçesi ‘neyim varsa senin’ demek olan. www. whatsmineisyours.com. Herkes her şeyini paylaşıyor. Böylece herkesin her şeyi, her şey herkesin oluyor. ‘Al yumurtayı ver buğdayı’ hikâyesinin ‘al pembe çantamı bu gece, ver kırmızı hırkanı ertesi hafta”ya ya da ‘Al kitabı ver filme’ dönüşmüş hali, pek güzel.
Neyse, parayı saklamamak gerek, saklayacaksak da Gülizar teyze gibi saklıyormuş gibi yapmak gerek. Bütün çocukların komşu teyzelerin memelerini görmeye hakkı var bence.

Yatağım



Bir annenin oğlunun doğumundan duyduğu sevincin sarhoşluğuyla, acılarını unuttuğu yer yatağı değil midir? Hayal gücünün ve umudun meyveleri olan harika zevklerin bizi heyecanlandırmak için geldiği yer yatağımızdır. Kısacası, ömrümüzün yarısında, diğer yarının sıkıntılarını unuttuğumuz yer de, yine bu güzel eşyadır. Bir anda beynime hücum eden şu acı ve tatlı düşünceler de nereden çıktı? Berbat ve harika haller hayret verici biçimde nasıl da birbirine karışıyor!
Yataklar doğumumuza da, ölümümüze de tanıklık eder. İnsanoğlunun ilginç dramları, gülünç komedileri ve tüyler ürpertici tragedyaları sırayla bir bir oynadığı, her an değişebilen tiyatro sahneleridir onlar. - Çiçeklerle bezeli birer beşik oldukları gibi, aşk tanrısının da tahtıdırlar. Aynı zamanda da birer mezardır yataklar.
Yapabilecek herkese, pembe-beyaz nevresim almasını tavsiye ederim. Zira bunlar uykusu hafif insanlarda sakin ve keyifli rüyalar sağlayan renklerdir, insanı sakinleştirir, mutlu eder.

De Maistre