Etiketler

Sayfalar

14 Eylül 2011 Çarşamba

güzel şeyler ne tarafta?


“güzel şeyler güzel insanların olmalı” yazmış. sonunda iyilerin kazandığı bir stv dizisine, güzellerin güldüğü bir ucuz romana, yoksulların talihinin döneceği bir şiire, üzgünlerin sevindiği bir resme rastlasam keşke. oturup önünde biraz ağlasam, sonra kalkıp yürüsem, bir daha da öldür allah arkama bakmasam... "güzel şeyler güzel insanların olmalı"

12 Eylül 2011 Pazartesi

seviyo diye...

annem, ben seviyorum diye güllü lokum almış.
t., ben seviyorum diye bu sokağın adının yazdığı tabelanın fotoğrafını çekmiş.
babam, ben seviyorum diye böğürtlen toplamış.
ben seviyorum diye elma,
ben seviyorum diye armut,
gölge, fasulye, sokak, mum, çiçek, bavul, numara... hep 'ben seviyorum diye'...

9 Eylül 2011 Cuma

aşk, öfke, intikam ve sükut


target="_blank"http://www.youtube.com/watch?v=dOiMaaVULmc

asmahan'ı aşkın kıymetini bildiği için...

http://www.youtube.com/watch?v=tOHddu_7Mb0&feature=related


nawel ben kraiem'i hem çok güzel 'she kills', hem de şahane 'la ilahe illallah' dediği için...




http://www.youtube.com/watch?v=7sei-eEjy4g

mia'yı ve

http://www.youtube.com/watch?v=z8txhtB2e5M

keny'yi öfkeli oldukları için...

artık ne arzum kaldı ne de kinim



Yatağımda yuvarlanıyorum. Anılarımı birbirine karıştırıyor, bozuyorum. Perişan ve delicesine düşünceler beynime basınç yapıyor.
Ensem ağrıyor, ok gibi bir ağrı giriyor, şakaklarım dağlanmış gibi yanıyor, kıvranıyorum. Yorganı üzerime çekiyorum; yorulduğumu düşünüyorum. Kafatasımı açıp, bütün bu gri yumuşak kıvrım kıvrım yığını çıkarıp uzağa atsaydım, bir köpeğin önüne atsaydım, ne iyi olurdu.
Hiç kimse anlayamaz. Hiç kimse anlamayacak. Her taraftan çıkmaza düşen kimseye “Al başını ve git geber” derler.
Ancak, ölüm insanı istemediği zaman, ölüm de insana sırt çevirdiği zaman, gelmeyen ve gelmek istemeyen ölüm…!
Herkes ölümden korktuğu halde, ben yaşadığım için kendimden utanıyorum.
Beynimde bin türlü şaşılası düşünce dönüyor, dolaşıyor. Onların tümünü görüyorum. Ama yazmak için en küçük bir his, ya da gelip geçici en küçük bir hayal yok; yaşamımı baştan başa açıklamalıyım, o da mümkün değil. Bu düşünceler, bu duygular yaşamımın bir döneminin sonucu, görüp duyduğum, okuduğum, hissettiğim ya da zihnimde tarttığım fikirlerle dolu hayat tarzının bir neticesidir. Tüm bunlar benim vehimli ve anlamsız varlığımı oluşturmuş.
Yatağımda yuvarlanıyorum. Anılarımı birbirine karıştırıyor, bozuyorum. Perişan ve delicesine düşünceler beynime basınç yapıyor. Ensem ağrıyor, ok gibi bir ağrı giriyor, şakaklarım dağlanmış gibi yanıyor, kıvranıyorum. Yorganı üzerime çekiyorum; yorulduğumu düşünüyorum. Kafatasımı açıp, bütün bu gri yumuşak kıvrım kıvrım yığını çıkarıp uzağa atsaydım, bir köpeğin önüne atsaydım, ne iyi olurdu.
Hiç kimse anlayamaz. Hiç kimse anlamayacak. Her taraftan çıkmaza düşen kimseye “Al başını ve git geber” derler. Ancak, ölüm insanı istemediği zaman, ölüm de insana sırt çevirdiği zaman, gelmeyen ve gelmek istemeyen ölüm…!
Herkes ölümden korktuğu halde, ben yaşadığım için kendimden utanıyorum.
Ölümün insanı istemeyip, geri durması ne korkunçtur! Yalnız bir şey beni teselli ediyor. İki hafta önceydi. Gazetede okudum. Avusturya’da biri tam on üç kez çeşitli yollarla kendini asmaya teşebbüs etmiş, intiharın bütün basamaklarını geçmiş. Kendini ipe çekmiş, ipi kopmuş. Kendisini nehre atmış, sudan çıkarmışlar vesaire. Nihayet son defa evi boş bulunca, mutfak bıçağıyla ne kadar damarı varsa kesmiş ve bu on üçüncü kez, ölmüş!
Bu bana teselli veriyor!
Hayır, hiç kimse intihar kararına varamaz. İntihar bazılarında birlikte bulunur. Onların yaradılışında mevcuttur ve onun elinden kaçamazlar. İşte bu alın yazısının hakimiyet gücü vardır. İnsana hükmeder. Fakat aynı zamanda bu, benim. Kendi kaderimi kendim yarattım. Şimdi artık elinden kaçamam, kendimden kaçamam.
Kısacası ne yapılabilir? Yazgım benden daha güçlü.

Bir haftadır kendimi ölüme hazırlıyordum. Ne kadar yazı ve kağıdım varsa, tümünü yok ettim. Kirli eşyalarımı, benden sonra kontrol edip de kirli bir şey bulmamaları için uzağa attım. Beni yataktan çektikleri ve muayene için doktor geldiği vakit şık olayım diye yeni satın aldığım elbiseyi giydim. Kolonya şişesini aldım, güzel kokması için yatağa serptim. Fakat yaptığım işlerden hiçbiri sonucuna varmadığından bu defa da tatmin olmuş değildim. Çıkmaz canımdan korkuyordum. Bu imtiyaz ve üstünlüğü kolay kolay kimseye vermezler. Hiç kimsenin böylesine ucuza ölmeyeceğini biliyordum.

Hiç kimse intihara karar vermez. İntihar bazılarına mahsustur. Onların yaradılışında vardır. Herkesin yazgısı alnına yazılmıştır. İntihar da bazı kimselerle birlikte doğmuştur. Ben, yaşamı sürekli alaya aldım. Dünya, tüm insanlar, gözümde bir oyuncak, bir rezillik, boş ve anlamsız bir şeydir. Uyumak, bir daha uyanmamak istiyorum, rüya görmekte istemiyorum.

Ne yapılabilir? Yazgım benden daha güçlü.
İnsan hayatta edindiği bu deneyimlerle, tekrar dünyaya gelip yaşantısına çeki düzen verebilseydi ne iyi olurdu! Ama hangi yaşantı! Acaba benim elimde mi? Ne yararı var? Kör ve korkunç bir kuvvet başımızda dolaşıyor. Bunlar öyle kimseler ki, uğursuz bir yıldız onların alın yazılarını yazıyor. Onun yükü altında ezilip ufalanıyorlar ve ufalanmak istiyorlar…
Artık ne arzum kaldı, ne de kinim. İçimdeki insanı yitirdim. Kaybolsun diye de bir yere bırakıverdim. Hayatta insan ya melek olmalı, ya doğru dürüst insan, ya da hayvan. Ben onlardan hiçbiri olmadım. Hayatım ebediyen kayboldu. Ben bencil, acemi ve zavallı olarak dünyaya gelmiştim. Şimdi artık geri dönüp, başka bir yolu seçmem imkansız. Bundan böyle anlamsız gölgelerin peşinden gidemem. Yaşamla yaka paça olamam, güreş tutamam. Sizler, gerçekte yaşadığınızı zannediyorsunuz. Elinizde hangi sağlam kanıt ve mantık var? Ben artık ne bağışlamak, ne bağışlanmak, ne sola, ne de sağa gitmek istiyorum. Gözlerimi geleceğe kapayıp, geçmişi unutmak istiyorum.
Hayır, kendi yazgımdan kaçamam. Başıma gelen bu delice düşünceler, bu duygular, bu gelip geçici hayaller bir gerçek değil midir? Her ne olursa olsun, benim mantıklı düşüncelerime göre, bunlar daha doğal ve daha az yapmacık geliyor. Özgür olduğumu zannediyorum. Fakat alınyazım önünde en ufak bir direnme gösteremiyorum. Dizginlerim onun elinde. Beni o yana bu yana çeken odur.
Alçaklık, hayatın alçaklığı! Ne elinden kaçabiliyorlar, ne bağırabiliyorlar. Ahmak hayat!

sadık hidayet
diri gömülen'den...

3 Eylül 2011 Cumartesi

"paris, fransa'nın değil, 19. yüzyılın başkenti." diyen kendimin bunu derken cama yansıyan suretini,

"yıkıntılar gözlerimin önünde göğe doğru yükselirken fırtınayla birlikte çaresiz sırtını döndüğü geleceğe sürüklenir. işte ilerleme dediğimiz şey bu fırtınadır." diyen benjamin'in pasajlarını,
"büyük acılar kadar bizi olgunlaştıran bir şey yoktur" diyen alfred de musset'nin sabahları çay içtiği fincanı,
"Tanrıya inanıyorum, ahirete inanıyorum; fakat hiçbir kilise papazını başımda istemiyorum. Beni seven bütün dünya insanlarının gönülden dualarını bekliyorum. Bu benim için kafidir." diyen hugo'nun ışığını, 
"yürü git korkusuzca, şehirleri bırak git" diyen de vigny'nin gökyüzünü gördüm.

bezelye çorbası ve sessizlik

fotoğraf: elif türkölmez/paris
bütün gün yürüdüm, yol üstündeki kitapçılara uğrayıp kitaplar aldım. sonra oturup karıştırmaya başladım. şu kelimeyi gördüm:einzelgänger. yani tek başına dolaşan. 
bira ve sigara içtim.
bezelye çorbası, sebzeli noodle ve yabanmersinli dondurma yedim.
para, sessizlik, yeşil bitkiler ve viyana sokakları hakkında konuştum.