
babam işten atıldı. tazminatıyla suadiye'de kurutemizlemeci açtı. bir de ortağı oldu. 'ortak' diye bir şeyi, bordo ısparta halısı serili, demirlerinde kardeşimin bezlerinin kuruduğu sobalı oturma odamızda ailecek ilk kez duyduk. sonradan 'ortak sedat'ın, dükkânın açılışında hediye olarak gelen bir şişe viskiyi, akşam dükkâna getirdiği bir takım kadınlarla birlikte, bir güzel içtiğini de duyacaktık aynı odada. babam, bütün parasını dükkâna harcadı. annem, sık sık 'çoluk çocuğun rızkı' filan dedi. babam yıllarca o büyük fabrikada telefon yapmıştı, türkiye'nin bütün şehirlerindeki, her evde görülebilecek, gri telefon makinalarını... kuru temizleme hiç yapmamıştı. kuru temizleme ne demek onu tam bilmiyordu.
dükkâna kocaman bir çamaşır makinası alındı. bir de masa sandalye takımıyla, içinde hiç bir zaman para olmayacak bir yazarkasa.
ben gündüzleri babamla işe gidiyor, nasıl açıldığını öğrendiğim yazarkasayla ve bazen de gerçekten birer salak olduklarını düşündüğüm suadiyeli çocuklarla oynuyordum. onların benden, ablamdan filan bir şekilde farklı olduğunu hissetmiştim.
hiç müşteri gelmiyordu. hiç müşteri gelmiyordu. hiç bir ayşekadınlı çamaşırlarını bize yıkatmak istemiyordu.
bir gün ağır parfüm sürünmüş, ağır makyajlı bir kadın, masanın üzerine kocaman bir paket bıraktı, bin bir tembihle. babamı, güvenmeyen gözlerle süzüp, "yarın akşam gelir alırım, aman dikkat et" dedi.
babam, poşetteki kocaman kürk mantoyu çıkardı. bok rengi bir mantoydu. aceleyle alt kata indi. mantonun üzerindeki lekelere baktı. o sırada ortak sedat geldi. o da mantonun üzerindeki lekelere baktı. ışık yetersizdi. dışarı çıkıp bakalım dedi ortak sedat. babam, olur, dedi. dışarı çıktık. lekelere baktık. ortak sedat, abi sen şunu bi giy, üzerindeyken daha iyi görürüm lekeleri dedi. babam, mantoya baktı, bana baktı, sokağa baktı, bana baktı, mantoyu giydi.
babam, üzerinde kürk mantoyla, ağustos güneşinin altında, bana baktı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder