yine bir takım ayaklar, bacaklar çekiyordum ki, anladım: ben fotoğraf çekmeye utanıyorum. sanki tam ben deklanşöre basarken birisi çıkıp, napıyosun sen diye basacak kalayı. hep böyle bir duygu. bu 'napıyosun sen?' diye kalaylanma korkusu daimi bir korku. boynuna makinalarını asıp şak şak şak bası basıverenlere özenmeler. festivalin ciltlerden sorumlu sponsoru l'oreal'e gidip cilt bakımı yaptırmak istiyorum diyenlere hayret. cildimin bu festival için fazlasıyla sorunlu olduğunu biliyorum. otobüse binip şoföre, günü geçmiş biletimi gösterirken tedirginlikten ne yapacağımı bilemeden, otobüsün evin önünden geçtiğini bildiğim halde yine de soruyorum. nöğkölnden geçer mi?
seda falafel alırken ben, ayran var mı diye sormakla meşgul: ayran yok tabii ki. biz burada yabancıları sevmeyiz ve yoğurda tuz değil, şeker koyarız. o zaman ben kapının önünde bi sigara içeyim.
barın sigara içilmeyen bölümünde oturuyor. turuncu ışığın altında kırk gösteriyor. sanki bir katherine gösteriyor. annesinin, sevgilisinin ve yakın dostlarının kati diye seslendiği bir katherine. kahvaltıda meyveli yoğurt yiyor. kahvesini kafeinsiz, sütünü yağsız tercih ediyor. günde en az beş kilometre yürüyor. merhaba kati. senle barın sigara içilen bölümüne gidelim mi?
burada drink better coffee yazıyor. 'tabii ya' dedim. iyi kahve iyidir. dur fotoğraf çekeyim. tıpkı yeni bir şehre giden turistlerin yaptığı gibi her şeyi makinama alayım, evime götüreyim. ama yine korktum, iyi çekemedim. aslında bu kötü fotoğraf çekme işinin altına iyi bir metin yazarsam kıvırabilirim. utangaç fotoğrafçının dekonstrüktif işleri...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder