Etiketler

Sayfalar

12 Nisan 2010 Pazartesi

Sıçamıyorum



İşe girdiğimden beri, sabah kahvaltısı sonrası tuvalette geçirdiğim on dakkamı yitirdim. Sabah kahvaltımı, öncesinde içtiğim koca fincan kahvemi, kahveyle birlikte “hay sıçayım” dediğim sabah haberleri (ısıtılmış yemek gibi, bir önceki günün haberleri aslında) cefamı... (şimdi düşünüyorum da sefaymış) hepsini bir anda yitirdim.
Sennett, alt baslıgı "yeni kapitalizmde işin kişilik üzerine etkileri" olan uzun bir makale olarak tanimladigi eserinde, Karakter Aşınması’nda, yeni çalışma koşullarının karakterin uzun vadeli özelliklerinde nasıl bir erezyon yarattığından söz eder. Sözünü ettiği erozyon çok daha sert aslında. Ya da sıçamamak önemsiz bir şey gibi duruyor. Ne kadar da “boktan”bir konu değil mi? Pekala diğer etkilerini de hissediyorum. Yeni kapitalizmin tam ortasında çalışıyorum, paradan başka hiç bir şeyin değerli olmadığı bir yerde. İnsanları kandırarak, kariyer peşinde koşarak (şu dünyada beni en huzursuz eden kelime bu olabilir), birbirimizin kanını emerek çalışıyoruz.Bende yarattığı erozyon çeşitlerinden en hafifi bu belki, ama aynı zamanda en can sıkanı, SIÇAMAMAK. Eskisi gibi zamanında, kıvamında, rahat rahat sıçamıyorum.Keçi boku gibi karaktersiz şeyler dökülüyor içimden. Sıçamayınca, tedirgin, öfkeli, rahatsız oluyorum. Sıçamayınca, diğer her şey önemsizleşiyor.
Her sabah ölmek istiyorum, yataktan kalkmaya alternatif olarak. On dakika içinde giyinip çıkıyorum. Aynı güne, düne, yarına... Her gün aynı güne kalkıyorum, her şey aynı, yine sıçamıycam. Ritm bu değil, beynim durmuş, sıçma emri vermiyor. Bağırsaklarım kupkuru, içim kupkuru. Günün ilk sigarası nafile. Sigarayı içerken sıçmaya zaman kalmadığını anlayan beynim yine sıçma emrini vermiyor. Belki daha sonra. İlk mola, canım sigara istiyor, zaten saatlerce otursam o aptal tuvalette yine de sıçamaycağımı biliyorum, denedim. Sadece yedi dakikam var ve ben bir seçim yapmalıyım. Haybeye mi, sigaraya mı? Tabi ki sigaraya. Belki yemek saatinde, biraz zorlarsam, kim bilir...
Tuvalette sigara içmek yasak. Yasak olan bir sürü şeyin yazılı olduğu uyarılar asılı kabinlerin içinde. Pembe, incecik paravanlar, zevksiz döşemeler, sesler... “Sıçarım böyle tuvalete” diyorum içimden, sıçmaya çalışırken, gülüyorum. Tatil günlerimde durum biraz daha iyi. Hala eski günleri unutmamış beynim. Kahve içip haber izlerken emri vermeye başlıyor, gerisi bir makale, ya da dergiye kalıyor.
Gürül gürül sıçmak istiyorum. Düzenli de olsun, sıçtığımı anlayayım. Keçi boku gibi olmasın, kuru olmasın, zar zor çıkmasın. Küçümsediğimden değil keçiyi. Belki onu tatmin ediyordur ama beni etmiyor minik kuru şeyler.
Sıçamıyorum.
İşten çıkmayı belki de sırf bu yüzden istiyorum, rahat rahat sıçabilmek için. Acaba diğerleri ne yapıyo? Yüzyıllardır çalışan milyonlarca insan. Sıçma rutinleri nasıl? Benim gibileri de var mı?
O sabahın hayali geldi gözüme. İşe gitmediğim o sabahın...Kahve kokusu geldi burnuma.
Sıçarım böyle işe!

Hiç yorum yok: