Etiketler

Sayfalar

27 Mayıs 2010 Perşembe

mayakovski ve gol


bağlamından çıkınca manasızlaşan her şey gibi, biten kışın ardından aylar sonra sokağa çıkan emekliler gibi. mesela avrupa'da bir başkent. başkentte bir kış. kışta bir ucuz süpermarket. hem ucuz, hem süper olması. marketten ped almaya çalışırken, karın ağrılı bir regl için, 6 yuro tutması pedin ve cepten 11 yuro çıkartmak. kasiyer kızın siyah olması. burada pis işleri ve karşılığında ancak patates ve deterjan alınabilecek kadar az para verilen işleri siyahların yapması. havaalanına indiğimde karşılaştığım tüm temizlikçilerin siyah olması ve kahve verenlerin ve tuvaletçilerin. kahve veren eller dert görmesin deyişlerim. kahveyi dikişlerim, sigara sütüne sigara içişlerim, baş dönmelerim, neyseler...
kasiyer kızın 11 yuroya öylece bakması, bir şey anlamadı. önce 1 yuromu geri verip, 'gerizekalı herhalde' diye baka baka, sonra da kasadan 4 yuro çıkarması, 'yazık, karnı da ağrıyordur' diye sevmesi beni. o marketten çıkınca, evde hep oynadığımız oyunlardan birinin aklıma gelmesi. kardeşimle. annem, 'napıyosun sen?' deyince mesela kardeşimin, 'napıyosunsen, norveçli futbolcu napıyosunsen, sol kanattan ilerliyor" demeleri, hep gülmelerimiz. annemin gıdısını sevmelerimiz, elini göbeğine koymasına laf atmalar, anne hadi şarkı söyle, nolur diye tutturmalar, geçin dalganızı geçin, sizinkiler de sizinle geçecek, gördük birini bak, demeleri. 'işine yaramaz ki' dese babam, 'işineyaramazki, Polonyalı futbolcu işineyaramazki'nin düşüncesi güzel' demek. kıkırdamak. kardeşimle kıkırdamak. bırak artık bu işleri diyolar. freud filan, lacan macan. babaya asilik, evi terketmek türünden şeyler. kişisel gelişim ve sosyal psikoloji. evler, odalar, seni sevecek birileri, battaniyeler filan. kiminle yirmi küsur yılı, hiç bıkmadan, böyle oyunlar oynaya oynaya, ormanda sanki klübemizde, kim ayvayı dilimleyip bıçağın ucuna takıp uzatır, ben televizyondaki bir bilgi yarışmasına doğru, 'mayakovskiiii' diye bağırırken bilmenin heyecanıyla. 'mayakovski, rus futbolcu mayakovski, kafa ve...

klavyemde


bazı harfler silinmiş, bazılarının üzerinde yapışkanlar var, bazılarında anlamsız bişeyler, bişeyler, bişeyler... o klavye bi gün çöpe atılacak ve bence bütün o harfler çok anlamsız olacak.

çeviri tadı

aynısından


aynısından mı? diye sordu.
aynısından dedim.
aynısından mı? diye sordu.
başımı salladım.
bişey sormadı.
bişey demedim.
ve hayatta en çok bunu, yani konuşmadan anlaşmayı sevdiğimi bir kez daha anladım.

hayatta en sevdiğim şeyler



den biri de kadın isimli erkekler ve erkek isimli kadınlar. yaşasın bahtiyar teyze ve şengül amca. ama durun bir dakika sevgili merve erol'lar, henüz bitmedi. şu hayatta erkek isimli teyzelerle kadın isimli amcaları sevdiğimden daha çok onların birlikte olmalarından zevk alırım. yaşasın bahtiyar teyzeyle şengül amcanın düğün fotoğrafları.

serge'e not: fotoğrafın konuyla alakalı olmadığını biliyorum ama çok sevdiğim için koydum. sanki dersin çeteler mecidiyeköy'e inmiş ya da bornova'ya. o değil de böyle köpekli möpekli, rap yapan, cezayir kökenli çeteler mecidiyeköy'e inse ne güzel olur di mi? o kalabalık, o cehennem dağılır, sokaklar ferahlar... isteyen istediği gibi artık yürüyo mu, koşuyo mu, ağlıyo mu... bi arkadaşım dedi ki 'ben hep buralarda böyle gizli gizli ağlıyodum'. sert ve espri sever bi insanmış havası vermek için 'ağlama duvarı mı lan burası' desem de çok üzüldüğümü en azından burada söylemeliyim. burası günah çıkarma kabini ya... kabin mi denir ona ya, ne denir? burası da kutsal dinler kardeşliğidatkam a döndü... hadi sigaraya!

oh be!


























bir demet pazıyı bir arada tutan lastiği kestim. sımsıkı topladığım saçlarımı akşam eve gelince birden çözmek gibi oldu. oh, dedim, mutfak taşına oturdum. bi sigara yaktım, oh be dedim, kurtuldu pazılar...

zemin kat


ev zemin katta, içerde ağır rutubet kokusu var ama bir süre sonra alışıyor insan. bir de o temizlik malzemesinin 'okyanus' (okyanus nasıl kokar?) kokusu eklenince ortam çok, nasıl desem 'aquatik' olmuş. zor nefes alıyorum, yazın ortası ve üşütmüşüm, sigara üstüne sigara ve şarap üstüne şarap... antoine'ın el örgüsü donu, mathilde'in güzel elbiseleri...

bu arada alttaki fotoğraf bu yazıya, bu yazıdaki fotoğraf da alttaki yazıya 'daha iyi uyarmış' gibi görünse de öyle değil. kapiş, sizi gidi ispirto severler...

Le mari de la coiffeuse


Le mari de la coiffeuse'ü onunla değil başkasıyla izlemiştim. ama üzerine konuşmuştuk epey. o zaten çook eskiden izlemişti. bütün bunları bana fransızca anlatmıştı tabii. belki de yanlış anladım her şeyi. sonunu beğenmediğini söylemişti. üzüldüğünden değil, böyle dertleri olunca psikoloğa giden biriydi. bense en çok sonunu sevmiştim. ben de olsam aynını yapardım, diye düşünmüştüm. ama şimdi öyle düşünmüyorum. insanın böyle bir şeyi neden yapabileceğini anlıyorum ama.

yutulan gezegen


ANKARA - Yörüngedeki Hubble uzay teleskobu, Samanyolu’nda bir gezegenin, çevresinde döndüğü güneş benzeri yıldızı tarafından ‘yutulmakta’ olduğunu tespit etti. Yıldızların yörüngelerinde dönen gezegenleri yutabildiklerini bilen astronomlar, ilk kez bu olayı böylesine açık gördü. Yıldızı tarafından ‘yenen’ gezegen çok uzak olduğu için, Hubble bu olayı fotoğraflayamadı. Bilim insanları, teleskobun verilerinin analizi ışığında bunun bir görüntüsünü oluşturdu. Keşif, The Astrophysical Journal Letters dergisinde yayımlandı. Araştırmacılar, 1500 derecelik yüzey ısısıyla Samanyolu’nun en sıcak gezegeni olan Wasp-12b adlı gezegenin yıldızı tarafından tamamen yutulmasının, 10 milyon yıl içinde tamamlanabileceğini açıkladı. (aa)
bu gezegenin yıldız tarafından yutulması haberine niye bu kadar üzüldüm ben sevgili ışın karacalar? işim mi yok benim, önüme gelene bu haberi anlatıyorum... Üzüldüm çünkü. Gayet boktan bi davranış.

26 Mayıs 2010 Çarşamba

öğretecek kişi


s: perşembe de terapi çok iyi geçti
13:03
ben: ne güzel
s: normalde ilişki hiç konuşmayız, benim dertlerim başka diye ve hayatımda öyle bir şey yok diye
ben: bende de acaip bi enerji var
dışarı çıkıyım
fotoğraf çekicem biraz
dolaşcam
yürüyüm bol bol
siz de çalışın
nihahhaa:)
s: ama bu sefer A. ve o.nun mevzusu açıldı, O.ya narsist kişilik bozukluğu dedi, süperdi:)
ooo süper
ben: aaa
:):)
s: yeni aletinle mi çıkacaksın
13:04
ben: o da var
dijital d
e
t. de
gelcek
onunkiyle de çekerim
heralde
s: yaa süper
reklamdaki kız gibi
ben: ya
s: çok imrenmiştim, hava da çok güzel
ben: o. mevzusunu anlattın mı
s: serindi sabah
anlattım
13:05
onun üzerine dedim zaten bu tipler aşırı sahiplenir olmayınca da tamamen reddeder diye ki O. da kendi için öyle diyordu
işte onun o ben tutku insanıyım o yüzden böyleyim deyişini anlattım
onun üzerine biz ona narsist kişilik bozuklıuğı diyoruz dedi:)
ben: .:)
ahahah
ya doğru ama
tabi
13:06
insanlar bu tür tanımlamalar yaparken
yanlış yerde durmanın verdiği gazla
böle diyo olabilirler
yani
kişilik bozukluğu değildir belki
bilmiyom:)
13:07
s: yok çok doğru şeyler dedi, zaten süperdi artık asıl terapi bitti takip ya böyle dış konulara girmek güzeldi, O. konusu da şundan açıldı ne oldu foto çekmeye çıktın mı diye , ben de öğretecek kişiyle ilişkim bitti dedim, O. da kişilik bozukluğu olduğu ama çok tan belli kendi de söylüyor sürekli, hatta çok eskiden şizofreni falan da varmış
o sürekli bend engesizim çyleyim böyleyim diyordu ama ben hep diğer yüzünü gördüğümden kendimne yüklenme diyordum
aman neyse tuttum seni
13:08
ben de kitabı okuyacağım bugün burada işten fırsat kaldıkça

24 Mayıs 2010 Pazartesi

beni çekmiş


yolda yürürken ben, çaktırmadan beni çekmiş. hep yapıyormuş bunu. çaktırmadan çekiyormuş. çaktırmadan çekip gidiyormuş.

23 Mayıs 2010 Pazar

ilk roman

hadi gel


geç vakit aradı, sigara böreği kızarttım, çay da demledim, hadi gel, dedi, dut ağacının altındaki sedire kurmuş sofrayı, gece gece başka kimse sigara böreği kızartmaz, gel demez. ondan başka...

20 Mayıs 2010 Perşembe

altüst

nefes


yerin altında, artık alacak tek bir nefes kalmadığında ne hisseder insan? yukarıda alacak kaç nefesi daha kaldığını hiç bilemeden insan, nasıl ağlar, nasıl ağlar... bir şarkı, bir nefes, bir hayat, bir göçük, yerin bilmem kaç metre altı, bir nefes, bir şarkı, bir nefes, bir nefes...
nefes

17 Mayıs 2010 Pazartesi

15 Mayıs 2010 Cumartesi

az önce


az önce güneşin altında, koyu yeşile boyalı ahşap sandalyenin bacağına takılmış vaziyette gözüm, bir kaç saniyeliğine hissettim. çok korktum. çok çok korktum. dehşet verici bi şey bu. insan böyle bir şeyi nasıl hissedebilir?

13 Mayıs 2010 Perşembe

ad


köy yerinde kadının kocasına adıyla seslenmesi hoş karşılanmadığından anneannem kocasının adını söyleyememiş öyle ulu orta. şöyle dolu dolu memet diyememiş. o yüzden dayımın adını memet koymuş. günde yüz kere bağırmış tarlalara, sulara, ağaçlara: memeeeeeeeeeeeeeeet!

bira şişeleri üzerine

350 beygir gücü


Sana şunu baştan açıkça söyleyeyim

Yazmadığın için
Sana işkence edildiğini söylüyorsun
Ya da
İşkence edildiği için yazamadığını

Yaşadığımız günlerin
Seni olumsuz bir kişi yaptığını söylüyorsun
Ya da
Olumsuzluğunu pekiştirdiğini

Sana bir şey söyleyeyim mi
Seninle siyaset konuşacağıma
Kementle öküz yakalarım daha iyi

Uzun bir treylerin altında
Körkütük sarhoş olurum

Merv Griffin’in şov programından
Daha sıkıcı umutsuzluğun

Salya sümük sızlanmaların
Suç sorununa karşı on para etmez çözümlerin

Kıçını kaldır da yemek yap
Kodeste yaz
Ne istersen yap
Ama benim zamanımı boşa harcama

Sam Shepard
Santa Rosa, Kaliforniya
Motel Günlükleri

9 Mayıs 2010 Pazar

anneler günü

a.nın ve c.nin babalarının tuhaf ölümü

a.nın babası saçları 30 yaşında bembeyazlamış bir adam. kavruk suratlı, güzel burunlu, yeşil gözlü, a'nın anlattığına göre dünya iyisi bir adam. bir gün köydeki evlerinde divanda otururken, yere düşüp başını sobanın altındaki mermere çarpıyor, oracıkta ölüyor. a.ya göre adamın karısı adamı itiyor ve başını çarpmasına neden oluyor. yani kadın katil. ama yaşlı kadın bu durumu hep inkâr ediyor. sadece bir ara tartıştıklarını söylüyor bazen. bazen onu da kabul etmiyor. bir dediği bir dediğini tutmuyor. soruşturma, otopsi ne gezer. köy mezarlığına defnediliyor. a.nın bazen aklına geliyor sadece. üzülüyor. henüz gençti ve çok iyiydi diyor. torunlarına tahtadan oyuncaklar yapardı, çok iyiydi diyor, öyle merhametli öyle yardımsever bir adamdı ki diyor, ah ah diyor, çok iyiydi diyor başka bir şey demiyor. sobanın altındaki mermer taş orada hâlâ duruyor.
c.nin babasının hikâyesi daha da ilginç. benim aklımın almadığı türden küçük kazalardan. aklımın değil aslında içimin almadığı. böyle boktan kazalar beni çok üzüyo, çok harap ediyo, hep başıma böyle şeylerden biri gelecekmiş gibi hissediyorum. almanya'da, kamyon şoförü c.nin babası. bir ara arabanın tekerinden bir ses geldiğini işitir gibi oluyor. sağa çekip bakayım, diyor. çekiyor, iniyor, yürüyor, eğilip lastiğe bakıyor, kurcalıyor. o sırada tak! janttan kopan bir parça, bir tane parça, az önce yerinde duran ve jantla beraber dönen, dönen, dönen parça mermi olup şakağına saplanıyor. o oracıkta yığılıyor. ben buracıkta. benim aklım bazı şeyleri almıyor. almayınca da taşıyor, taşıyor, ağlıyor.

ağlamak güzeldir


o. ağlayan insana bakamazdı. b.nin ağladığını hiç görmemiştim, sonra çok acayip bi yerde gördüm, şaşırdım. ben o konuya ağlamıyordum hiç. aklıma bişeyler getirip getirip ağlama konusunda iyiyimdir. bunu genellikle yatağa girince yaparım. a. öyle komik ağlar ki, o ağlarken gülmemek için kendimi zor tutarım. diğer a. nın hep öfkeden ağladığını hatırlıyorum. yolda ağlayarak yürüyen insanlar görüyorum. şimdilerde, eskisinden daha sık görüyorum. ah, yolda ağlayarak yürüyen insan. çıkma karşıma.

bişey yazıyosun



fotoğraf: ömür şahin / taksim meydanı 1 mayıs

6 Mayıs 2010 Perşembe

Squirrel Nut Zippers


yaz, akşam üstü, iki bira lütfen, evet evet, merci.

köşe



geçen sene dün bir köşede insan
hayatının bir anını geçiriverir
bu sene dün insan
başka bir köşeyi dönmek üzeredir
teraslar ve biralar da vardır sonra
tabureler ve mojitolar da
ve tabii
şaraplar ve masalar da

4 Mayıs 2010 Salı

kanal altıda kara sevda

kürk mantolu baba


babam işten atıldı. tazminatıyla suadiye'de kurutemizlemeci açtı. bir de ortağı oldu. 'ortak' diye bir şeyi, bordo ısparta halısı serili, demirlerinde kardeşimin bezlerinin kuruduğu sobalı oturma odamızda ailecek ilk kez duyduk. sonradan 'ortak sedat'ın, dükkânın açılışında hediye olarak gelen bir şişe viskiyi, akşam dükkâna getirdiği bir takım kadınlarla birlikte, bir güzel içtiğini de duyacaktık aynı odada. babam, bütün parasını dükkâna harcadı. annem, sık sık 'çoluk çocuğun rızkı' filan dedi. babam yıllarca o büyük fabrikada telefon yapmıştı, türkiye'nin bütün şehirlerindeki, her evde görülebilecek, gri telefon makinalarını... kuru temizleme hiç yapmamıştı. kuru temizleme ne demek onu tam bilmiyordu.
dükkâna kocaman bir çamaşır makinası alındı. bir de masa sandalye takımıyla, içinde hiç bir zaman para olmayacak bir yazarkasa.
ben gündüzleri babamla işe gidiyor, nasıl açıldığını öğrendiğim yazarkasayla ve bazen de gerçekten birer salak olduklarını düşündüğüm suadiyeli çocuklarla oynuyordum. onların benden, ablamdan filan bir şekilde farklı olduğunu hissetmiştim.
hiç müşteri gelmiyordu. hiç müşteri gelmiyordu. hiç bir ayşekadınlı çamaşırlarını bize yıkatmak istemiyordu.
bir gün ağır parfüm sürünmüş, ağır makyajlı bir kadın, masanın üzerine kocaman bir paket bıraktı, bin bir tembihle. babamı, güvenmeyen gözlerle süzüp, "yarın akşam gelir alırım, aman dikkat et" dedi.
babam, poşetteki kocaman kürk mantoyu çıkardı. bok rengi bir mantoydu. aceleyle alt kata indi. mantonun üzerindeki lekelere baktı. o sırada ortak sedat geldi. o da mantonun üzerindeki lekelere baktı. ışık yetersizdi. dışarı çıkıp bakalım dedi ortak sedat. babam, olur, dedi. dışarı çıktık. lekelere baktık. ortak sedat, abi sen şunu bi giy, üzerindeyken daha iyi görürüm lekeleri dedi. babam, mantoya baktı, bana baktı, sokağa baktı, bana baktı, mantoyu giydi.
babam, üzerinde kürk mantoyla, ağustos güneşinin altında, bana baktı.

koltuk



dün gece onun koltuğunda uyudum. yanımdaki sehpaya büyük bir bardakla su bırakmış, geceleri susuzluktan kavrulduğumu bilir. sabah kalkınca sehpanın üstünde yüzüklerimi, saatimi, biraz bozuk para, sigara, kibrit ve suyu buldum. suyu içtim bir dikişte, diğerlerini mantomun ceplerine doldurup çıktım. bir sigara yaktım, yürüdüm.

döngel

muşmula

kareli defter

yeşil tükenmez kalem

taksi

köprüden önce

2 Mayıs 2010 Pazar

oda numarası 744



uyku



bir otele gitsem
altıma kar beyazı temiz çarşaf serseler
mışıl mışıl uyusam
çok yorulmuş,
üstüne banyo yapmış,
ve de karnım da tokmuş gibi...
uyanınca beni, başımı döndürüp, karnıma küçük küçük mutluluk ve heyecan yumrukları atacak
bir sigara paklamaz mı?

geç


nasıl da geç kalıyor bazı mektuplar. 1930'da düşen bir kargo uçağının, Avustralyalı bir yerli tarafından tesadüfen bulunan bagaj kısmında adıma bir mektup çıkmış. "Biraz geç olmadı mı?" dedim telefonda, mektubumu bana 'nasıl' ulaştıracağını soran mahçup memura. Ne deseydim? Çok geç hem de...

zarf

kibrit

kahve

istanbul'a bir köprü daha istemiyorum

onu son gördüğümde...

köprüüstü aşıkları


paris'te o köprüde buluşmadan 15 dakika önce, 'ben galiba eve gidiyoum' demiştim içimden, 'ne bu şimdi?' demiştim. nooldu sonra, çok şey ve hiç bi şey. paris'i ve köprülerini çok sevdiğimi söylemiş miydim size sevgili mona lisalar?